27 Ekim 2013 Pazar

'Haz'dır o haz...Ama her zaman az...

"Hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili, 
biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz acısını acımız yaptık çünkü. 
Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığımız bir insanın göz yaşı bile içimizi parçaladı. 
Kedilere ağladık, kuşların yasını tuttuk... 
Yüreğimizin zayıflığı kimi zaman hayat karşısında bizi zayıf yaptı. Aslında ne güzel şeydir insanın insana yanması sevgili... 
Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine üzülebilmek ve çare aramak. Ben bütün hayatımda hep üzüldüm, hep yandım. 
Yaşamak ne güzeldir be sevgili... 
Sevinerek, severek, sevilerek, düşünerek... 
Ve o vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın..."

Gençliğimden kalan Yılmaz Güney sözleri;baba evinde duvarımda asılıdır hala. İnsanı ve ötekini önemsemeyi nasıl güzel anlatmış; başka türlü yaşamak "yaşamak" olmuyor sanırım.

Bu sözler aklıma her geldiğinde çevrende olup bitenin farkında olmak, vicdanlı olmak (acımak anlamında değil) ve başkasının derdine gerçekten üzülebilmek insanı çok yoran bir şey diye düşünürüm hep. Farkında olmamak mutluluktur denir ya (sözün aslındaki cehalet kelimesini pek sevmiyorum, bence anlamını tam karşılamıyor), o zaman soru mutluluk nedir ki? Ya da o farkındalık dediğimiz şeyin bir ayarı var mıdır ki açıp kapayabilelim? 

İnsanın farklı yollarla "mutlu" olma telaşı hep vardı ve olacak bu yüzden doğru kelimenin "mutluluk" değil "haz" olduğuna inanıyorum ben; çünkü o kadar göreceli ki mutluluk dediğimiz...Ama "haz" pek çok duyguyu kapsıyor ve haz almak üzerine yapılandırılmış insanoğlu. Haz varsa, "mutluluk" dediğimiz şey var. İlla doyum olması şart değil, ya da "haz" verenin toplumsal normlar dahilinde "olumlu" bir şey olması gerekmiyor. "Acı çekiyorum ve mutluyum" en basit haliyle olumsuz algılananın hazzını anlatan bir cümle...

O nedenle bilinir ki ve araştırmalar bize söyler ki bir eylem varsa orada mutlaka haz vardır ya da ikincil bir kazanç. Her gün şikayet ettiğimiz, "yoruyor bu beni" dediğimiz ya da "yeter artık" deyip bir türlü kurtul(a)madığımız şeylerin ötesine berisine dikkatlice bakınca mutlaka, küçük de olsa bizi orada tutan bir şeyin, ikincil bir kazancın ya da hazzın olduğunu göreceksiniz. "Haz" prensibine inancım fazla...Bir de edilgen ve bağlı konumdan (çocukluktan) etken konuma geçtiğimiz an itibari ile "seçim"lerimizden ibaret olduğumuza. Belki nerede doğacağınızı, anamızı babamızı seçemiyoruz ama yetişkinliğe adım attıktan sonra seçme şansımız hep var. Seçimlerimizin götürdüğü şeyleri yaşıyoruz...

Seçmek dediğimiz "haz"dan bağımsız mı? Tabi ki hayır... A'yı değil de B'yi seçmek sadece mantıkla olmuyor, duygunun eşlik etmediği bir an yok...

Ama yakınmadan, şikayet etmeden duramıyoruz değil mi? Ahlar vahlar hiç bitmiyor; çünkü ilişkisel olarak da birbirimizin dürtülerini besliyoruz. Yakınan ben, ilgiyi almaya çalışan ben, ilgiyi veren öteki...Yine hazzın öznesi biz ama kaynak dışarıda. Şuanda bu yazıyı yazıyorum "salt" amacım sizlerin sorgulamasını sağlamak ve gözünüzü açmak mı? "Evet" cevabı çok naif olur sanırım. Beğenilmek, okunmak, takdir edilmek, derdimi anlatmak, başkalarına ulaşmak.... gibi çoğaltılabilecek ikincil kazançlarım var. İnkar etmek, yazının ruhuna ters olur:) Yazdığım sadece bana kalsa bile yazıp içimi dökmenin bile bana bir rahatlama getirisi var.

Bu nedenle- kulağınıza ne kadar acımasız gelirse gelsin- hiçbirimizin hiçbir şeyi sadece "yapmak" için yaptığımıza inanmıyorum. Hep diyorum ve demeye devam edeceğim,insanoğlu bencildir. Kimse kimseye sadece "saçını süpürge etmemiştir"; hiçbir şey "sırf sizin için" yapılmamıştır... Ben ve öteki birbirini besler, arada ilişki vardır, duygu vardır. Duygunun olduğu yerde ise dürtü vardır, haz vardır. Acı haber: tam doyum hiç bir zaman yoktur(psikanalistler tam doyumun sadece bebek annenin memesinden ilk defa emdiği anda olduğunu, onun dışında insanoğlunun tam doyuma ömür boyu ulaşamadığını söylerler). O nedenle yakınmalar, şikayetler hep olacaktır; ben insanlık için varım'cılar da hep olacaktır. Kahramanlar, mazlumlar, kurbanlar vb. toplumsal roller olacak içini dolduranlar değişecektir.

Dolayısıyla yazının başına dönersek hayatımız "haz" peşinde devam ettiği gibi, farkında olsak da olmasak da baki kalan tek şey insana has "bencillik" olacaktır.Yani "sevgili" ;hayat bize mutlu olma şansını vermiyor gibi görünse de biz alttan alta o şansı hayattan sürekli alıyor olacağız. 

Ben farkındalığa buradan başlayıp, kendimizi kabul edelim derim...Çok mu sert ve acımasız oldu? Belki de benim hazzım da düşüncenize çomak sokup, sizinle tartışmaktan olacaktır:) Kim bilir?;)



24 Ekim 2013 Perşembe

Kadın-Erkek;Anne-Baba ve Toplumsal Ahlak Üzerine

Son bir haftadır gündemi işgal eden "cani anne" haberi hepimizi etkilemiştir diye düşünüyorum. İlk tepkiler: "Bu nasıl annelik, bebeğini ölüme terketmiş", "Vicdansız, cani kadın..." vb. oluyor haliyle; çünkü vicdanımızda bir yerlere dokunuyor bir bebeğin ölümü...

Benim gördüğüm ise medyanın yansıttığından biraz daha farklı. Bir bebeğin ölüme terk edilmesinin kabul edilir bir yanı olmadığı aşikar fakat o bebeğin sorumluluğunun sadece "kadın"da olmadığı da apaçık ortada. Bu benim ilk aklıma gelen: Bebeğin dünyaya gelmesine vesile olan "erkek" nerede? Bugün bir açıklama gelmiş o cenahtan: "Benim bebekten haberim yoktu" görmedim, duymadım, bilmiyorum... Ne kadar inandırıcı? Bence hiç değil. Halihazırda tüm spotlar kadının üzerindeyken, bu şekilde kenara çekilmek zor olmasa gerek. Şeytan belli, bir taş da neden o atmasın ki...

Kadının anlattığı hikaye ise daha farklı: Yalnız geçen bir hamilelik süreci;herkesten saklanılmaya çalışılan gebelik; aileden, toplumdan çekinme utanç...Evde yalnız doğum...Hikayenin hepsi doğru olmayabilir ama ortada olan şey; "ahlak" dediğimiz mefhumun evlilik dışı ilişki ve çocuk üzerinden beynimize kazıdığı yargıların bir insanı çıkmaza sürükleme hali...

Dikkat ettiniz belki bebeğin dünyaya gelmesinden sorumlu kişilere kadın-erkek diye hitap etmek istedim; çünkü hikaye annelik-babalık hikayesi değil; ortada bir "anne" ya da "baba" yok. Çıkmazdan akli dengesi epey sarsılmış bir kadın ve üç maymunu oynayan bir erkek var. Bir de hikayedeki tek masum bebek... Spermlerimizin döllenmesiyle bebek dünyaya geliyor ama anne-baba olabilmek başka bir şey; bu haber için iki bireyin de bu noktadan epey uzak olduğunu görüyoruz. Bu kısmı açıp, Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok.

Uzman olarak gördüğüm; eve geldiğinde cansız bebeği biberonla beslemeye çalışan, sonra alıp bebeği hastaneye götüren öncesinde ise iki biberon mamanın bebeği iki gün tok tutabileceğini ve yaşaması için üstünü örtmenin,sıcak tutmanın yeteceğini düşünen realiteden kopmuş, psikotik belirtiler gösteren bir kadın, bir "cani" değil...

İnsan olarak gördüğüm ise toplumsal ahlakın çürümüş ve kokuşmuşluğu; bir "şeytan" belirleyip taşlama isteği (Vurun Kahpeye misali...) ve "dişi" üzerinden yürütülen bir karalama kampanyası. Acaba hiç düşünmüyor muyuz; bu kadın evlilik dışı bebeğini rahatça doğurabilseydi, ilişkisini sır gibi saklamak zorunda kalmasaydı, kadının ailesi kızlarını koşulsuzca kabul edebilseydi, o "vah vah" dediğiniz bebek yaşıyor olabilirdi...

Hala kalıplaşmış zihinlerimizin ve toplumsal yargılarımızın bu konuda suçsuz olduğunu mu düşünüyoruz? Eğer vicdanınız sadece "kadın"ı "cani" ilan ediyorsa durup düşünme vaktidir derim. Burada hepimizin elleri kirli, o bebeğin ölümünden hepimiz sorumluyuz, olayın içinde olan ise ruhsal yapısı oldukça tahrip olmuş bir "kadın"...

Ve biliyoruz ki ruhsal problemler ve malum tahribatlar hiçbir zaman toplumdan ve çevreden bağımsız değildir. Zihinlerimiz bize bağımlıdır ama dış mekandan bağımsız değildir...

Kalıplaşmış zihinlerle bilişsel körlükler yaşamak normal çünkü göz yalnızca zihnin kavramaya hazır olduğu şeyleri görür. Zihinsel körlüklerimizin en aza inmesi, galeyana gelmeden daha duyarlı düşünebilmek hepimiz adına dileğimdir...

Kürkçü Dükkanına Dönüş...

Çok uzun zamandır bloğa yazmıyorum. Epey ihmal ettim burayı, iş güç hayat derken düşündüm ama aklımdan geçenler bana kaldı...Yine yeniden canlı bir istekle dönüş yaptım kürkçü dükkanına.Hem bilgilendirici hem de gündeme dönük bu sefer yazma hevesim. Tekrar merhaba öyleyse, hazırsak başlayabiliriz :)